Tansu Çiller siyasete dönecek


Bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat'ın üzerinden 16 yıl geçti... Adına “postmodern darbe” dendi. Türk siyasi tarihinde bir dönüm noktası olarak nitelendirildi. Kimine göre ordu ve bürokrasi merkezli bir süreçti ve demokrasi tarihinde kara bir lekeydi.  

Eski Orman Bakanı ve DYP Genel Başkan YardımcısıHasan Ekinci’yle 28 Şubat sürecinde yaşananlara ilişkin çok özel bir röportaj gerçekleştirdik.

'Aktif siyasete devam ediyor musunuz?' sorusuna ‘Sonuçta biz Türk siyasetinin omurgasıydık. Her şeyin siyasette vakti saati var ’ diyen Ekinci, sözlerine, ‘Halkımızdan da yoğun talep olursa ülkemize yeniden hizmet vermek isteriz ’ diye devam etti.

“SİYASETE DÖNÜŞ SİNYALİ”
"Biz sayın Çiller’le uzun süre yönetimde birlikte çalıştık. Birçok ülke sorununu birlikte çözdük. Ben vefalı bir insanım bu yüzden dönersem tabii kiTansu Çiller ve ekibiyle çalışırım. Halkın talebinden dolayı Tansu Çiller'le birlikte yeniden ülke hizmetinde olmayı düşünüyoruz."

“MAĞDUR TANSU ÇİLLER VE DYP’DİR” 

28 Şubat sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
"28 Şubat'ı analiz edecek olursak; o dönemde Refah Yol Hükümeti'ni kurduk. Ben Genel Başkan vekiliydim. Bu yüzden, o hükümetin kuruluşundan yıkılışına kadar olayların en önünde Hasan Ekincivardır. “Bu darbe midir diye sorarsanız” darbe değildir. Geçmişte darbe ve ihtilallerden nasibini almış bir kişi olarak darbeler komisyonuna 3 saat kadar ifade verdim ve bilgilerimi komisyona aktardım. 28 Şubat'ın mağduru Doğru Yol Partisi ve Çiller'dir. Halk da böyle görüyor ve bugünkü mahkemeler gösterecek ki gerçek mağdur DYP’dir. Onun genel başkanıdır, onun kadrosudur."

“BEN ASKERLER GEL DEDİĞİ ZAMAN GELİRİM, GİT DEDİĞİ ZAMAN GİDERİM”

"Erbakan Başbakanken, şimdi tutuklu olan Kara Kuvvetleri Komutanı benim hemşehrimdir, Hikmet Köksal değişikliğe gitti ve o değişimde, yani Kara Kuvvetleri'nin devir tesliminde, orada bir Başbakan vardı, bir Milli Savunma Bakanı, bir de siyasetçi olarak ben vardım. Devir teslim için kokteyl salonuna girdik. Erbakan’a karşı bütün paşaların davranışları soğuktu ve Sayın Erbakan oradaki havadan rahatsız oldu. Erbakan Hoca, Sayın Genelkurmay Başkanı'na dedi ki, benim başka bir yerde daha randevum var, onu Genelkurmay Başkanı Karadayı uğurladı. Dönünce bana “Sayın Bakan” dedi, hemşehrin geldi diye geliyorsun ama diğer zamanlar gelmiyorsun, ben de ona dedim ki “Sayın Paşam ben askerler gel dediği zaman gelirim; git dediği zaman giderim”.  Çünkü oda biliyor ki 12 Eylül darbesinde bakan olarak ihtilalle muhattap ve yasaklı oldum. Bunu bildiği için Genelkurmay Başkanı bana “sayın bakanım sizin sözleriniz bizi üzüyor” dedi. Ben de ona “üzülesiniz diye söylüyorum” dedim. Biraz önce Sayın Erbakan'a yapılan davranış da beni üzdü.  Sevseniz de sevmeseniz de millet oy vermiş, birinci partiden yapmış, anayasamıza göre de başbakan olmuş, sevmeyebilirsiniz ama saygı gösterin dedim." 

"ASKERDEN BASKI VE TEHDİT HEP VARDI"

Bu süreçte askerin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Askerler irticadan çok korkarlar, İran'da da bir ihtilal oldu ve ilk kurban edilenler de askerler oldu. İrticadan kötü örnekler olduğu için endişeleri vardı. Bu yüzden askerden baskı ve tehdit hep vardı. 28 Şubat'ta Refah Partisi'nin de suçu var. O dönem Sayın Erbakan tarikat liderlerine Başbakanlık Konutu'nda iftar yemeği verdi. Bu kamuoyunu ve özellikle irticadan korkan kimseleri çok tedirgin etti. Ama yol bu olmamalıydı, yol demokrasilerde seçimdir’.

"28 ŞUBAT’IN AMACI DYP’Yİ YIKMAKTI"
"Batı Çalışma Grubu yüzünden, insanları gözaltına alıyorlardı. Bu sürecin içinde medya patronları, işadamları ve sendikalar vardı. Hal böyle olunca, bir heyetle birlikte Sayın Erbakan’ın yanına çıktık. O heyetin içinde hem Refah Partisi'nin genel başkan yardımcıları, Tansu Hanım ve bizden bir arkadaşımız daha vardı. Sayın Erbakan ile orada bu durumu müzakere ettik. O dönem halk Refahyol Hükümeti'nden memnundu. Emekli, tarım kesimi ve işçi memnundu. Çünkü %50’ye varan zamlar yapılmıştı. Ama korkular vardı. İşte bu korkulardan biri de bu irtica idi. Ve bütün kaynama bundan kaynaklandı." 

"BU TARİHİ BİR TOPLANTIDIR"

O dönem başbakanlık koltuğu sürpriz bir isme verildi. Süreç nasıl ilerledi?
"Tarih 12 Haziran 1997. Darbe olacak sözleri oldukça yaygın ve herkes tedirgindi. Biz bu gerginliği nasıl aşağıya indiririz diye çok düşündük ve ben söz alıp dedim ki, "Hocam Türkiye’de çok ciddi bir gerginlik var, bunu görmezden gelemeyiz. Bu tepkileri ortadan kaldırmak hükümetin işidir. Biz iki yıl dönüşümlü başbakanlık için protokol yaptık. Bu iki yılı bir yıla indirelim ve Tansu Çiller bu protokol gereği başbakan olsun. Belki bu tepkiler aşağı iner ve niyeti kötü olanlar da bu işten vazgeçer." Sonra rahmetli Erbakan kalktı ve dedi ki: "Sayın Ekinci, çok güzel özetlediniz. Madem öyle gereği yapılacaktır; istifa edeceğim". 28 Şubat sürecini belki demokrasi içinde değişim yaparsak çözeriz diye düşündük.. 

283 imza toplandı ve Erbakan şartlı olarak istifa etti. Şartı ise protokol gereği Tansu Çiller'i başbakan yapmaktı. Ve böylece bu tepkiler son bulacaktı. Bu tarihi bir toplantıdır, bunu kimse bilmez. Bu karar memnuniyetle alınmış bir karardı. Tansu Çiller'e görev verilecekken ekseriyeti hiç olmayan ve mecliste güven oyu alamayacak Mesut Yılmaz'a görev verildi. İşte demokrasinin kırılma noktası o andı. Mesut Yılmaz bize geldi ve dedi ki: “Başbakanlık verildi ama benim Başbakanlık'ta bir ısrarım yok. Fakat bu hükümeti DYP ve ANAP'ın kurması isteniyor”. Tansu hanım da sordu "kim istiyor" diye, iki eliyle omuzlarını işaret ederek omzu kalabalıklar anlamında "Askerler DYP ile ANAP hükümetinin birleşmesini istiyor” dedi. O öyle bir şey demedim dese bile ben ve orada bulunan herkes bu söylediklerine şahidiz. Tansu Hanım ise "ben ne silahların gölgesinde, ne bu hükümetin başında, ne de içinde olurum" diye konuştu. Bu süreçle ilgili son söylemek istediğim şey, 28 Şubat bizim partiyi çökertmek için yapıldı ve amacına da ulaştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşünceni Paylaş.Sorgulayalım.